Assassin's Creed Origins İncelemesi

"Bozuk olmayan şey tamir edilmez." sözünü duymuşsunuzdur. Assassin's Creed serisinin yıllar içinde suyununun sıkıldığını ve para kaynağı olarak kullanıldığı konusunda hepimiz hemfikiriz sanırım. Yani Assassin's Creed bozulmuş bir seriydi ve tamire ihtiyacı vardı. 2 senelik bir sürenin ardından karşımıza yepyeni bir Assassin's Creed oyunuyla çıkan Ubisoft, bakalım bu bozulmuş seriyi tamir edebilmiş mi?
Oyunu incelemeye başlamadan önce birazcık Assassin’s Creed serisinden bahsetmek istiyorum.
İlk kez 2007 yılının Kasım ayında Altair ile birlikte tanışmıştık Assassin’s Creed ile. İlk oyun beklentileri tam olarak karşılamasa da Ubisoft, Assassin’s Creed II ile hepimizin sevgisini kazanmayı başarmıştı. Ezio gibi eğlenceli bir karakterle ihanetlere uğradığımız, sevdiklerimizi kaybettiğimiz Assassin’s Creed 2 tek kelimeyle enfes bir oyundu. Assassin’s Creed Brotherhood ise 2. oyun kadar tat vermese de birkaç yenilikle güzel bir deneyim yaşatmıştı bizlere. Ve böyle böyle derken, başarılı iki oyunun ardından Ubisoft, bizim bu sevgimizi boğazımıza tıkarak kusturdu. Her sene aynı oyunun lacivertini çıkartıp, hiçbir yenilik getirmeden önümüze koyarak paragöz bir tavır sergiledi. Arada Assassin’s Creed IV gibi birçok insana göre serinin en iyisi kabul edilen oyun da vardı ama bir oyun vardı ki resmen biz oyunculara hakaret ediyordu. Evet, Assassin’s Creed Unity. Galiba bu oyundan sonra oyuncular olarak durumu farkettik ve Ubisoft, Syndicate’tan sonra 2 sene bekledi. Ve sonra yepyeni bir Assassin’s Creed oyunuyla karşımıza çıktı. Assassin’s Creed Origins...
Öncelikle senaryodan başlayalım. Assassin’s Creed Origins'in isminden de anlaşılacağı gibi origin hikayesini anlatmasını bekliyordum. Yani “Suikastçılar” ve “Tapınakçılar” tarikatlarının başlangıcını. Eğer sizde senaryo bazında böyle bir beklentiye girdiyseniz hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Senaryo anlamında oyun çok ruhsuz. Ve o asırlarca süren Suikastçılar ve Tapınakçılar arasındaki bitmek bilmeyen savaş, Suikastçılar Tarikatı, Kardeşliğin kuruluşu çok basit nedenlere dayandırılıyor. Açıkçası daha derin ve komplike bir origin hikayesi beklerdim ama olmadı. Oyun senaryo bazında eksi (-) puan almayı başardı.
Karakterlerden bahsedecek olursak, ana karakterimiz Bayek, çok sıkıcı ve ruhsuz birisi. İnsandan çok oradan oraya koşan bir robot gibi. Ara sıra sinirleniyor falan ama oyun o öfkeyi bile tam olarak hissettiremiyor oyuncuya. Aya ile olan ilişkileri de olmasa insan olduğunu unutacağız Bayek’in.
Aya ise önemli anlarda çıkıyor ve Assassin’s Creed Lore’u için önemli bir karakteri oluşturuyor. Oyundaki yaklaşık 50 saatimizi beraber geçirdiğimiz Bayek’in değil de, Aya’nın Assassin’s Creed evreninde daha büyük bir rol oynaması... Açıkçası biraz saçma. Hayır, o zaman bütün oyunu Aya ile oynasaydık.
Bir de gözüme batan şöyle garip bir olay var. Oyun bize sanki çok önemliymiş ve oyunun büyük kısmında bizim yanımızda olacakmış gibi bir karakter gösteriyor. O karakterle 2-3 saat zaman geçirdekten sonra ise o karakter ortadan bi anda kayboluyor. Örnek olarak oyunun başında gördüğümüz Hepzefa’yı verebiliriz. Hepzefa oyunun ilk bir kaç saatinde gözüküyor, karakterimize yardım ediyor, cana yakın davranıyor ve sonra ise... bir anda ortalıktan kaybolup gidiyor. Bunların dışında tarihi karakterlerden de bir şey çıkmayınca oyuncu ile karakter arasındaki bağ gitgide zayıflıyor.
Ama bir oyun senaryo ve karakterlerden ibaret değildir değil mi?
Şimdi ise oynanış ve açık dünyadan bahsedeceğim. Ama bu ikisini ayrı ayrı ele almaktansa bir bütün olarak değerlendireceğim. Çünkü oynanışı etkileyen açık dünya ögelerinden de bahsetmek istiyorum.
Assassin's Creed Origins, oyun dünyasında önemli yere sahip olan iki oyunu gözlemlemiş ve bu iki oyunun iyi olan kısımlarını harmanlayıp yeni bir oyun çıkarmaya çalışmış. Başarabilmiş mi başaramamış mı buna birazdan değineceğiz. Bu iki oyun “The Witcher 3” ve “Dark Souls”. Bakın Assassin's Creed Origins, Witcher 3 ve Dark Souls karışımı gibi demiyorum. Sadece öyle olmaya çalışmış. Peki olabilmiş mi? Hemen başlıyorum.
Öncelikle Dark Souls tarzı dövüş mekaniklerinden bahsetmek istiyorum. Daha önce hiç Dark Souls oynadınız mı? Serinin büyük bir fanı ya da çok fazla Dark Souls oynamış biri değilim. Ama Dark Souls ile ufak bir deneyim yaşadım. Ve size bir sorum var. Dark Souls’u Dark Souls yapan nedir? Hiç bunu düşündünüz mü? Şöyle özetliyim. Karşınıza çıkan her bir düşmanın, gerçekten her bir düşmanın dikkatsiz olursanız son derece ölümcül olabilmesi, aldığınız ya da vurduğunuz her darbenin ağırlığı, gerçekten canınızın yanması, rakibinizin hamlelerini iyi gözlemlemezseniz, ona göre saldırmazsanız çok kolay bir şekilde alaşağı olabilmeniz... Dark Souls’u Dark Souls yapan budur. Peki Assassin's Creed Origins nasıl? Bu oyunda düşmanlarla savaşmak oldukça kolay. Evet, mekanikler hiç fena değil biraz daha üzerine uğraşsalar gerçekten çok daha iyi olabilirmiş ama şu haliyle oyuncuyu tam olarak tatmin etmiyor. Çünkü düşmanların sizin gibi birer canlı, etten kemikten olduğunu hissedemiyorsunuz. Bir düşmanla gerçekten kıran kırana bir mücadele gerçekleştirmek istiyorsanız, kendinizden 3-4 level yüksek görevlerde takılmanız gerekiyor. Evet görevlerin level sorununa da değineceğim merak etmeyin.
Gizlilik konusunda ise oyun pek bir çaba sarfetmemiş. Gizlilikle ilerlediğiniz zaman çoğu düşmana tek atamıyorsunuz. Genelde matematiksel değerler ön planda oluyor. Bunun dışında oyun açıkça sizi savaşın ortasına sokmaya çalışıyor. Yapay zekası rezalet NPC’ler, durup dururken saçma sapan yerlerden sizi görüyor ve bir anda kendinizi savaşın ortasında buluyorsunuz. Görev dizaynları da genelde bölgeye girip herkese dalmak için tasarlanmış.
Bir de Open-World RPG’lerin vazgeçilmezi olan yetenek ağacından bahsetmek istiyorum. Yetenek ağacı bu tarz uzun soluklu RPG’ler için çok önemlidir. 50-60 saat belki de faha fazla zaman geçirdiğiniz karakterinizi istediğiniz gibi yönetmek, sizinle beraber geliştiğini görmek oyuncunun sıkılmaması ve oyunun akışı için oldukça önemli unsurlar. Peki bu oyunda yetenek ağacı nasıl? REZALET! Düşmanı attan indirmek, gece gündüz döngüsünü ayarlamak, bineğimizi çağırmak, kartalla düşmanın yerini işaretlemek... Karaktermizin zaten bu özelliklere sahip olması gerekmiyor muydu Sayın Ubisoft? Yetenek ağacı resmen çöplük dolu. Karakterinizle ne kadar zaman geçirirseniz geçirin, asla tam olarak geliştiğinizi hissedemiyorsunuz. Sadece özellik olarak değil, kozmetik olarak da gelişmiyorsunuz. Zırhlardan incelemenin devamında tekrardan bahsedeceğim zaten ama çoğu zırh kötü tasarlanmış ve ufak tefek pasif özellikleri dışında hiçbir artısı yok. Oyun bu konuda da eksiyi almayı başardı.
Silah çeşitliliğinden bahsedecek olursak, oyunda bolca farklı silah var. Hançerler, mızraklar, kılıçlar baltalar... Bu silahların oynanışları birbirinden farklı. Yani sadece animasyonları ve pasif özellikleri farklı. Ama burada da şöyle bir durum var. Bütün hançerler aynı animasyona sahip, bütün baltalar, bütün mızraklar... Bütün silah kategorileri kendi içinde aynı oynanışa ve animasyona sahip. Sadece pasif özellikler farklı. Yani siz istediğiniz baltayı kullanırsanız kullanın, aynı animasyonu göreceksiniz.
Ufacık da tırmanma mekaniklerinden bahsedeyim. Ubisoft sonunda koşma ile tırmanmayı farklı tuşlara koymayı akıl edebilmiş. Oyunda bir yerlere tırmanmak eskiye göre çok daha rahat. Ve neredeyse her yere tırmanabiliyorsunuz. Oyun resmen sizden açıkça dünyayı dolaşıp gezmenizi, ve yan görevlerde zaman harcamanızı istiyor.
Bir de açık dünya ve yan görevlerden bahsedelim. Öncelikle açık dünya oldukça büyük ve görsel anlamda gerçekten çok hoş gözüküyor. Antik şehirler, tarihi heykeller ve piramitler oldukça güzel tasarlanmış. Ama açık dünya doluluk bakımından yine sınıfta kalıyor. Ubisoft, Origins’e bolca yan görev eklemiş ve oyuncunun yan görevlerde zaman harcamasını amaçlamış. Nedenin söylemeye gerek yok sanırım. Çünkü ismi lazım değil, bir oyun 2015 yılında yan görevleriyle çığır açmıştı da. Ama sorun şu ki, Origins’te yan görevler, oyuncuya sunulmuş alternatif senaryolar ve etkinliklerden çok, zorla yaptırılmış sıkıcı görevler gibi. Çünkü oyun bu görevleri size zorla yaptırıyor. Sizin leveliniz 10 iken oyun karşınıza bir ana görev çıkartıyor. 20 level! Aradaki 10 levellik fark ise göz yumulabilecek bir fark değil. Karşınıza çıkan her düşmandan tek yemeniz demek. Yani isteseniz de istemeseniz de o yan görevleri yapmak zorundasınız. Hayır, yan görevler iyi olsa bir nebze katlanılabilir. Ama yan görevler de çok ruhsuz ve sıkıcı. Görev almak için Npc’ye gidiyorsunuz ve iki tane robot birbirine bakarak bıdı bıdı konuşuyor. Her neyse, gidiyorsunuz, alınması gerekn eşyayı ya da kurtarılması gereken kişiyi kurtarıyorsunuz. Bitti sanıyorsunuz ama BAM! Yeni ana görev 30 level. Genelde yan görevler bu mantık üzerinden ilerliyor. Ne bir sunum var ne bir senaryo. Arada ufak tefek iyi görevler de çıkıyor ama onlarda oynanış olarak diğer yan görevlerden pek farklı değiller açıkçası.
Yan görevler büyük oranda fos çıkınca diğer açık dünya etkinliklerine bakıyorsunuz. İlk olarak tarihi piramtilerden bahsedeyim. Piramitler dışarıdan bakıldığında görsel olarak çok hoşlar. Ama içleri de bir o kadar boş ve sıkıcı. Genelde düz bir koridorda ilerliyorsunuz, almanız gereken bir hazine varsa alıp çıkıyorsunuz. Bazen de aşırı kolay ağırlık bulmacaları çıkıyor karşınıza. Bulmaca deyince aklınıza komplike ve zor bulmacalar gelmesin, bu bulmacaları geçmek sizi en ufak bir şekilde zorlamıyor.
Bir de açık dünyada sizin kellenizin peşinde olan güçlü mini boss’lar var. Yani Phylake’ler. İlk karşılaştığınızda biraz bocalıyorsunuz evet. Ama yine bu Phylake’ler Mısır’ı arayıp sizin peşinizde olan güçlü kelle avcıları değiller. Çünkü Phylake’lerin açık dünyada tam olarak nerede ve kaç level olduğunu haritada görebiliyorsunuz. Yani seviye kasıp, açık dünyada yerini işaretleyip, gidip bu Phylake’leri çok rahatlıkla öldürebiliyorsunuz. Bu da Phylake’leri avcıdan çok ava çeviriyor.
Bunların dışında Gladyatör Arenası ve at yarışları gibi etkinlikler de var. Tabii bir de her Assassin’s Creed oyununda olan haritayı açmak ve hızlı seyahat noktalarını etkinleştirmek için tırmandığınız bakış noktaları. Ve o kadar işte.
Grafikler ve teknik özelliklerden de bahsedip incelemenin yavaşça sonuna gelmek istiyorum.
Oyun görsel olarak çok hoş. Özellikle çevre grafikleri göz alıcı diyebilirim. Ana karakterimiz Bayek görsel olarak biraz rahatsız edici olsa bile Aya hiç de fena değil. Ama yan karakterler, NPC’ler aşırı detaysız tasarlanmış. Ne bir mimik, ne bir yüz detayı. Hiçbir şey yok. Konuşurken söyledikleri ile ağız hareketleri birbirine uymuyor, aşırı itici ve komik gözüküyorlar.
Görsellikten bahsetmişken bir de zırhların görünümünden bahsedeyim. Ne de olsa yaklaşık 50-60 saatinizi gömdüğünüz bir Open-World RPG oyununda karakterinizin dış görünüşünün güzel olmasını istersiniz. Açıkça şunu söyleyeyim. Oyunda beni gerçekten etkileyen hiçbir zırh yok. Birçoğu aşırı sıradan ve kötü gözüküyor.
Teknik detaylara bakacak olursak. Klasik Assassin’s Creed... Zaman zaman NPC’ler duvarların içine giriyor, objelerin içinde takılı kalıyor, havada uçuyor, kaplamalar yüklenmiyor, birini assassinate ederken karakterimiz saçma sapan yerlere atlıyor gibi gibi... Ubisoft bu, yapacak bir şey yok.
Gelelim sonuca. Assassin’s Creed Origins’in devrim yapması gerekirken fos bir oyun çıkması açıkçası beni üzdü. RPG mekaniklerinin yetersiz olması, oynanışın tek düzeliği ve senaryonun kopukluğu oyundan çabucak soğumanızı sağlıyor.
75/100
BİR CEVAP YAZ
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *
Kaliteli yazar, kaliteli inceleme. Teşekkürler!